EZBERSİZ EĞİTİM
EZBERSİZ EĞİTİM- EZBERSİZ HAYAT (Sorgulanmayan hayat,pişmanlı hayattır.)
Ezber bozulması gereken, görüldüğü yerde başı ezilmesi gereken insanların ve toplumların baş düşmanıdır.
Ezber:Bir metni veya bir sözü eksiksiz tekrarlayabilecek biçimde akılda tutma. (TDK,Türkçe Sözlük,Ankara,2005)
Ezberleme: (Yürektenlik) bir bilginin ‘değişmez tek doğru’ olarak benimsenmesi, öyle olduğuna ilişkin kalben duyulan güvenin akıl yoluyla tatbik edilmeyişidir. Merak kökenli kuşku ile birleşik olmayan her bilgi ‘yürekten bilgi’ olup, ‘yürektenlik’, bir öğrenme yöntemi olan ‘akılda tutma’ (belleme) değildir. (M.Tınaz TİTİZ,Ezbersiz Eğitim Yol Haritası,1998,İstanbul)
İki tanım arasında derin anlam farkı vardır. Bilgiyi sorgulamadan, olduğu gibi alan, üzerine bir şey koymayan, bilgiyi işlemeyen, yeniden yapılandırmayan ve üretmeyen zihniyettir ezberci olan. Bilgiyi bellemek, akılda tutmak ezber değildir. Bu bilgiye şüphe, bilimsel kuşku ve sorgulama ile bakmamaktır ezber. Kendimize, toplumumuza bir ortak düşman arıyorsak, bu düşman kafamızın içinde. Ezber, sorgulamak, merak etmemek ve yaratıcı düşünememek. Bu nedenle ortak düşmanımızdır. Herkes kurtuluş savaşı ruhuyla bu savaşa katılmalıdır.
‘Bozulmalar’ kötüdür, tehlikelidir. Bozulmalara karşı önlem almak gerekir. Çünkü bozulmalar, çürümeyi, çürüme kötü kokuları getirir.
Dilimizde ‘bozmak’ sözcüğünün olumlu, yapıcı, anlam kazandığı söz grubu ‘Ezber bozmak’ halindedir. Öyleyse ulus olarak bıkmadan, usanmadan, korkmadan ve çekinmeden, utanmadan her fırsatta ‘ezber’ bozabiliriz.
2000 yılında görev yaptığım Siirt ilinde balkonda çamaşırları asarken karşı balkonlardaki hanımların gülerek içeri kaçtıkları gün anladım ki ezber bozmaya başlamışım.
YILLARDIR DENİZİ TARİF EDİYORUZ.
YÜZMEYİ BİLEN, GÖSTEREN YOK.
ACIKTIKÇA BALIK VERİYORUZ.
TUTMAYI BİLEN, GÖSTEREN YOK.
TEK İSTEDİĞİM SINAVLARDA BAŞARILI OLMAK
- Anne: kızım hadi otur dersini çalış, yarın sınav var.
- Çocuk: Canım istemiyor anne.
- A Ama o zaman kırık not alırsın…
- Ç Kırık not korkusu beni öyle rahatsız ediyor ki,kendimi iplerle bağlanmış sanıyorum.
- A Ne yapalım, sevsen de sevmesen de sınav için her şeye katlanmalısın. Ayrıca, 2 yıl sonra Anadolu Liseleri sınavı, daha sonra da üniversite sınavları var. Belki arada başka sınavlara da gireceksin. Bir de okulda yapılan sınavlar olacak. Kısacası sınavlarla birlikte yaşamaya alışacaksın. Bak biz böyle yetiştik. Onun için bıkmadan usanmadan çalışmalısın.
- Ç Anne nasıl çalışmalıyım? Ben, öğretmenimin sınıfta yaptıklarını tekrar edip bir de kitabımdan okuyorum, bazı başka kitaplara da bakıyorum. Önce aklımda kaldı gibi oluyor. Sonra bir an geliyor hiçbir şey hatırlamıyorum.
- A Arkadaşların nasıl yapıyor?
- Ç Onlar da öyle yapıyor, ama bazılarının akıllarında kalıyor. Ama onlar sınıfın çalışkanları, ben tembelim herhalde!
- A Yok canım onu da nereden çıkardın? Sen akıllı bir kızsın!
- Ç Öğretmenim bana, “sen akıllı ama tembel bir kızsın, daha çok çalışmalısın” dedi.
- A Vallahi, ben de öyle düşünüyorum. Sen şimdi sınavı sevip sevmemeyi bırak, çalışmaya bak, çok çalış.
- Ç Peki anne!
- Ç (Kendi kendine…) Çalış, çalış ama nasıl? Bilmediğim bu, üstelik de kimse nasıl çalışmam gerektiğini söylemiyor, boyuna çalış çalış diyorlar…
- A Sana bir şey söyleyeyim mi? Sıkılmakta haklısın, ama ondan kurtulmanın yolu, şimdiye kadar yaptığın gibi çalışmak değil!
- Ç Peki nasıl? Zaten ben de onu merak ediyorum.
- A Bak önce, iki ayrı şeyin farkını anlamalısın: bunlardan birisi bellemek yani bir şeyi akılda tutmak, diğeri ise ezberlemek.
- Ç Bunlar aynı şeyler değil mi? Şimdiye kadar akılda tutmak deyince hep ezberlemeyi anlıyorduk.
- A Bazı bilgilerin akılda tutulması yani bellenmesi zorunludur. Örneğin evinin yolunu aklında tutmazsan kaybolursun. Ya da çarpım tablosunu aklında tutmazsan bakkaldan alışveriş yapamazsın, ya da İngilizce sözcükleri aklında tutmazsan yabancı dil konuşamazsın. Bunların hepsi bellemektir ve yararlıdır.
- Ç İyi ya işte ezberlemek değil mi?
- A Hayır, ezberlemek, “her hangi bir yolla edinilen bilgilerin, kaynağına duyulan güvenden başkaca kanıt aranmaması” demektir. Yani, öğretmeninden veya kitabından ya da televizyondan öğrendiğin bir bilginin, “değişmez doğrulukta” olduğuna koşulsuz inanman, bu bilgiyle çelişen bir bilgiyle karşılaştığında ona sırtını dönmen, onu söyleyeni dinlememen demektir.
- Ç İyi ama böyle değişmez bilgiler yok mudur? Örneğin bir bir daha iki eder, bundan da mı kuşkulanacağım?
- A Evet, bir artı birin iki ettiğinden nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Deneyerek değil mi?
- Ç Evet.
- A Pekala, 2 tane birer litre su ya da süt olsa, bunları birleştirsek iki litre eder mi?
- Ç Tabi eder.
- A İkisinin toplanıp da iki litre etmesi için çok sayıda koşul var.
- Ç Nasıl yani?
- A Örneğin, ikisinin de sıcaklıkları aynı olmalı. Çünkü sıcaklık değiştikçe hacimler de değişir. Ayrıca, ikisinin de bileşimleri tamamen aynı olmalı. Örneğin, birisi alkol, diğeri su olsa, büzüşme denilen kimyasal olay olur ve toplam hacim iki litreden daha az olur. Görüyorsun ya, bir artı birin iki ettiği bile bazen oluyor, bazen olmuyor. Bizim bu kadar güvendiğimiz, hiç tartışmadığımız gerçekler bile”değişmez doğru” değilmiş.
- Ç Pekiyi, bunun benim çalışmamla ilgisi nedir? Bu söylediklerinden şaşırdım ama, sınava hazırlanmama bir yararı var mı?
- A Evet var. Öğrenmen gereken bilgilere böyle bakarsan, bunlar korkutucu değil eğlendirici görünmeye başlarlar. Bir artı birin hangi durumlarda iki ettiğini nasıl öğrendinse , çalışacağın bilgilerin de değişmez doğrular olmadığını anlayacaksın. O zaman sende bir merak uyanacak. İşte o merak, öğrenmenin anahtarıdır.
- Ç Bize geometri dersinde öğrettiler, “iki nokta arasındaki en kısa uzaklık, bu noktaları birleştiren doğrudur” diye. Bunu öğretmen sınavda da sordu, hatırlayamadım. Şimdi , senin öğrettiğin kuralı uygularsam, bundan da kuşkulanmam gerekecek.
- A Haydi bir dene bakalım!
- Ç İki nokta arasındaki en kısa uzaklık, bunları birleştiren çizgiden başka ne olabilir?..
- A Bilmem sen bulacaksın.
- Ç Çok merak ediyorum, gerçekten başka bir şey olabilir mi?
- A Biraz ipucu vereyim. Mesela noktalar hareket ediyorsa ne olur? Dünya üzerindeki noktalar dünya ile birlikte dönmüyor mu?
- Ç Evet, gerçekten öyle. O zaman birleştiren çizgiden başka bir yol daha kısadır.
- A Bravo, uçakların niçin bir noktadan diğerine dosdoğru gitmediğini şimdi anladın mı?
- Ç Bilmiyordum, öyle gitmezler mi?
- A Sen basketbol oynarken, koşan arkadaşına pas vereceğin zaman ona değil biraz önüne atıyorsun, oda koşup topla buluşuyor. Uçaklar da aynen öyle yapıyor. Gerçekten gitmek istediği noktaya değil, Dünya döndükçe önlerine gelecek olan noktaya doğru hareket ediyorlar ve noktayla buluşuyorlar.
- Ç Şimdi etrafıma bambaşka bir gözle bakıyorum. Her şey daha renkli daha eğlenceli görünüyor.
- A Sen sınavları düşünme, sadece bu merak dolu dünyanın gizemlerini öğrenmeye çalış. Göreceksin ki sınavlarda başarı kendiliğinden gelecek.
- Ç Şimdiden öyle olacağına inanıyorum. Denesene merak sihirli bir şey!
- A Evet, merak yaşamak, kuşkusuzluk ise yaşamamak demektir. Onun için aklında tutacağın şeylerin neden öyle olduğunu bilir ve merak edersen, onları öğrenmen çok kolay olacak, sınavlar, sıradan bir iş haline gelecektir.
Ç Bu bilgimi herkesle paylaşmak istiyorum. (TİTİZ, Tınaz:Ezbersiz Eğitim Yol Haritası, S:47-50)’
Ezber öyle sinsi bir düşmandır ki kurbağaların haşlanması gibi ( Kurbağalar anatomileri gereği ani değişimlere karşı tepki verirler. Bu bilgiden hareketle kurbağaların yenildiği ülkelerde, yakalanan kurbağalar ılık suya konulur. Vucut sıcaklığına yakın olan bu ısıdan kurbağa etkilenmez ve yüzmeye devam eder. Ancak o yüzdükçe suyun ısısı yavaş yavaş yükselmekte buna paralel kurbağanın vücut ısısı da aynı oranda yükseldiğinden yani ani(zıt) değişiklik olmadığından kurbağa haşlandığının farkına varmadan yaşama veda etmektedir.) etki yaratmaktadır.
“ Bir Çin filozofu ufka bakıyormuş: uzaklardan bir deve kervanının geçtiğini ve develerin sırtında ipek kumaşların asılı olduğunu görmüş. Filozof, “benim bildiğim, develer ipek giysiler giymez” demiş. Bunları insanlar için taşıyor olsalar gerek. Sonra da şöyle düşünmüş: “yeryüzünde deve az insan ise çok, bazı işleri gene insanlara yaptırmalı!” Bizim filozof ertesi gün eline bir ip almış, zavallı bir Çinliyi belinden bağlayıp götürmüş tarlasına. Elindeki ucu sivri değnekle kıçını dürtünce Çinli can havliyle ileri atılmış, filozof da ipin öbür ucuna bağladığı sapanının toprağa batırıvermiş, başlamış tarlasını sürmeye. Çinli kan ter içinde ipin ucundaki sapanı çekerken filozofun ipi beline nasıl bağladığını düşünmeye başlamış ve düğümü çözerek kaçmayı başarmış. Filozof ertesi gün zavallı köylüyü yakalayıp kolundan bağlamış. Adam gene çözmüş. Boynundan bağlamış, gene olmamış. Neresinden bağlasa çözülüyor. Filozof “öyle bir yerinden bağlayayım ki eli yetişip çözemesin” diye düşünmüş ve adamın beyni aklına gelmiş. “Beynini bağlarsa eli kafasından içeri giremeyeceğine göre düğümü de çözemez” diye düşünmüş ve öyle yapmış. (Sakallı Celal, Orhan KARAVELİ,Permegon-2004) |
Ezber zaman içinde beyinleri teslim almakta ve insanın farklı açılardan bakmasını, daha iyi bir çözüm yolu bulmasını engellemektedir. İnsanın düşünme yeteneğini yok etmektedir. Örneğin; kurumlarda tutulan tutanaklarda şablon cümleler vardır da o tutanağın en son cümlesi ‘iş bu tutanak tarafımızdan....’ Buradaki ‘İş bu’ sözü ne anlama gelir, hangi zamanda kim yazmıştır? Bu sözcüğü atarsak ne olur? Anlamını bilen kaç kişi vardır? Bu kadar soru ortada dururken kimse çıkıp da bu sözcüğün anlamını sormuş mudur? Bu sözcüğün anlamını bilmiyorum, yazmayacağım demiş midir?
Örnekleri çoğaltalım. Bir yere misafirliğe gittiğimizde diyaloglar hep havadan sudan başlar. Maçlarda bütün takım taraftarları hep aynı sözleri kendi takımlarının isimlerini ekleyerek söylerler. Son dönemlerde iki kişinin ayrılırken söylediği ‘Kendine iyi bak.’ (Tamam bakarım, ne kadar iyisin. İyi ki hatırlattın. Yoksa bu akşam kendimi dövecektim.) Televizyondaki haber sunma biçimleri,’Az sonra’ duyuruları vb. daha nice örneklerde gördüğümüz kalıplaşmış cümleler ve herkesin bu kalıpların tutsağı olması. Ezberin dayanılmaz bir etkisi de bir virüs olarak girdiği bedeni tutsak etmesidir. Bu beden ömür boyu müebbet tutsaklığa mahkum olmuştur. Hapishanedeki mahkumların zorunlu mekanı dört duvardır. Etraflarında gardiyanlar vardır. Ezberin mahkumları kendi duvarlarını örmüş, kendi gardiyanlarını tutmuş, kendi tel örgülerini çevirmiştir. Ezber hapishanesinde kaçış mümkün değildir. Ezber mahkumunu hem esir almıştır hem de teslim.
Öğrenenin beynini kullandırmayan, öğrendiklerini uygulatmayan anne – baba, öğretmen her kimse ezberci kuşağın yetişmesinde ortak sorumluluk sahibidir.
Cemil COŞKUN
Eğitim Müfettişi- İstanbul